Ana içeriğe atla

TEK HEDEFİNİZ ÜNİVERSİTE OLMASIN! | Sohbet

Merhabaa Gençler,
Üniversiteliler, Üniversiteli Adayları ve Üniversite ile hiç alakası olmadığı halde herhangi bir sebepten burada olanlar :)))
Hepiniz hoş geldiniz :) Bugün hayatta en sevdiğim şeylerden birini yapacağız sizinle; sohbet edeceğiz!
Hem de hakkında konuşmayı çok çok istediğim, üzerine söylenmedik söz, verilmedik tavsiye kalmayan, herkesin mutlaka bir fikir sahibi olduğu konulardan birisini konuşacağız:
 "ÜNİVERSİTE"

Hadi başlayalım o zaman:))

Senelerden beri üniversite okuma hayali kuruyorum. Neredeyse 10-15 senedir pek çok mesleği yapmak istedim. Hatırladığım ilk hayallerimden biri 7 yaşındayken "avukat" olmak istememdi hatta o zamanki günlüklerim hala duruyor, kendime söz verdiğim yazılar falan var içinde; "Ben çok başarılı bir Avukat olacağım!" gibi şeyler yazmışım 7 yaşında ne kadar olursa:)). Ben, avukat olacağım diyordum, çevremdekiler de diyordu ki "olursun, olursun ! iyi çene var sende"
Sonra orta okula geçtim baktım derslerim fena değil ve gördüm ki çalışkanlar hep sayısal bölümler istiyorlar. Abim, ablam da lisedeydi o dönemlerde, az çok öğrenmiştim onlardan sayısal nedir, sözel nedir diye. Sonra dedim ki en iyisi ben doktor olayım.
Çünkü saygın bir meslek, iyi de para varmış. Hatta bir de "Nöroloji Uzmanı" olmaya karar vermiştim. Çünkü o sıralar annem sürekli bir Nöroloğa gidiyordu, ben de dedim ki bu beyinle falan ilgileniyor galiba, tamamdır, bu iş benlik. ( Yalan değil, hala da "beyin"e ayrı bir ilgim vardır, hatta Fizyoloji'de beyin ile ilgili kısımları çalışırken inanılmaz zevk alıyorum.)
Sonra ailem yine beni destekledi sağolsunlar, tamam kızım istiyorsan yaparsın sen dediler.

Liseye başladıktan sonra bir ara Fizyoterapist olacağım dedim, ailem yine dedi sana yakışır, yaparsın diye eksik olmasınlar.

Sonra?

Sonra, ben yavaş yavaş kendimi tanımaya başladım arkadaşlar.
Yani yaklaşık olarak 15-16 yaşlarımdayken gerçek "Nisa" ile tanıştım diyebilirim, daha doğrusu o kendi kendini tanıştırdı:)  Kimdir bu Nisa? Ne sever? Nasıl bir hayat yaşamak istiyor?
Mesela, o dönemlerde İngilizceyi sevdiğimi keşfettim ben ilk kez, herkesin tiksinerek girdiği İngilizce dersine ben bayılarak giriyordum, evde kendi kendime İngilizce falan konuşuyordum. Fizik sevmediğimi de o dönemlerde fark ettim. Olmuyordu yani o ders. Yazılılara hüngür hüngür ağlayarak çalışıyordum. Derslerde tahtadan çok saatime bakıyordum ne zaman çalacak zil diye.
Sonra yine o dönemlerde bir şeyler başarabileceğimi, adımı duyurabileceğimi ve bunun beni ne kadar mutlu ettiğini keşfettim. O da şöyle oldu;
10. sınıftaydım ve bizim okul Mersin geneli bir kitap yarışması düzenliyordu. Yarışmaya katılacak kişileri seçmek için de öncesinde Amin Maolouf'un "Doğu'dan Uzakta" kitabından 20 soruluk bir sınav yapılacaktı.
1 haftada yalayıp yuttum o kitabı ve 20/20 yaparak yarışmaya katılmaya hak kazandım. Birkaç ay içerisinde 8-9 tane Dünya Klasiğini okuyup sınava girecektik o kitaplardan.
Edebiyat Öğretmenimiz Salime Hoca ( Ben genelde muhteşem öğretmenlere denk gelmiş bir öğrenci değildim, aksine kötü öğretmenim daha çok olmuştur liseye kadar, ama Salime Hoca'nın üzerimde çok emeği vardır ve yeri bende ayrıdır her zaman.) sağolsun bizi ( benim dışımda seçilen 3 arkadaşım daha vardı) her hafta belli saatlerde hazırladı il genelindeki sınava, kendi vaktini-enerjisini verdi ve ben bunca emeğin karşılığı olarak, sabah 5'te kalkıp okula gitmeden önce kitap okuduğumu hatta Madame Bovary kitabını birkaç ay içinde  3 defadan fazla okuduğumu hatırlıyorum ve öyle bir okuyorduk ki, kitabın herhangi bir bölümünde Emma'nın üzerindeki gömleğin rengine kadar dikkat etmemiz falan gerekiyordu.
İlk defa o zaman ailem dışında bana çok güvenen bir insanın güvenini boşa çıkarmamak ve başaramayacağımı düşünen insanları  (evet 15 yaşında bile olsanız o insanlar hep var.) utandırmak istediğimi hatırlıyorum.
Sınavdan birkaç saat sonra Edebiyat öğretmenimin arayıp "Nisa 1. oldun, tebrik ederim" dediği an, hayatım boyunca -ne tür bir başarı yaşarsam yaşayayım- benim için en özel anlardan birisi olarak kalacak sanırım.

Ödülümü almak için sahneye çağırdıklarında, oradan annemin heyecanla beni izleyişini gördüğümde "ne kadar muhteşem bir duygu bu" diye düşündüğümü hatırlıyorum.

veee tabi ki başarılıysanız ve hala bazı arkadaşlarınızla aranız bozulmadıysa ortada enteresan bir durum vardır :)) Çünkü biz, toplum olarak başarılı insanı alkışlamayı pek bilmeyiz. ( Böyle dediğime bakmayın ben de yeni yeni öğreniyorum aslında bunu, lise ve öncesindeki dönemde ben de arkadaşlarımın başarılarından sonra kendime çok kızar "sen neden yapamadın, neyin eksik!" derdim. Çünkü üniversiteye geçene kadar kendimi hep bir yarışın içinde buldum.
11 yaşındaydım, ilk kez bursluluk sınavına girip başarısız olduğumda ve benimle aynı sınıftaki komşumuzun oğlu sınavı kazandığında sınavdan çok o beni geçtiği için üzülmüş, kendime yedirememiştim ve o gazla çalışıp 12 yaşında kazandım. Çok sevinmiştik ailecek ama acaba benim başarıma mı yoksa sonunda komşularımızın susacağını bildiğimize mi sevinmiştik?
12 yaşında zaten dünyanın en saçma sınav sistemi olan SBS'nin pençesine düştüm, tam 3 sene boyunca; 12-13-14 yaşımda yaz/kış demeden iyi bir liseye girebilmek için ders çalıştım daha doğrusu milyonlarca öğrenci olarak çalıştık. Çocukluk ve ergenlik arasındaki bir geçiş dönemidir ya orta okul; ben, benimle yaşıt olan ve SBS'ye hazırlanmış kişilerde o dönemin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü 11-15 arasında ders çalışmaktan başka bir şey yapamadık ki.

Sonra ne oldu? 3 sene deli gibi hazırlanıp kazandım güzel bir liseyi, okul başladıktan tam 15 gün sonra babamın tayini çıktı Mersin'e ve taşındık, puanımın yettiği bir okula yazıldım orada da, neyse ki iyi çıktı şansıma? Ama benim hayal kurarak çalıştığım 3 senem? O 3 sene nerede kimse bilmiyor :))
Sonra da lise işte, ondan da yukarıda bahsettim zaten az çok.

Ama dedim ya az önce, bence yavaş yavaş bu kıskançlık ve sürekli kendimizi birileriyle kıyaslama işinden nasıl kurtulabileceğimin sırrını çözüyorum arkadaşlar ;))

Söyleyeyim mi size de ?

Bir insanı neden kıskanırız?
Bence 2 tane çok temel sebep var; Ya onun başardığı şeyi aslında hiçbir zaman başaramayacağımızı, yeterli kapasiteye sahip olmadığımızı düşünüyoruzdur ya da başardığı şeyi aslında çok istiyoruzdur ve neden o benden önce başardı diye düşünürüz.

İlki için şunu söyleyebilirim ki insan bilmediği şey hakkında endişe duyar, korkar. Yani eğer " ben bunu hiçbir zaman başaramam diye düşünüyorsak o zaman kendimizi yeterince tanımıyoruzdur ya da o konuda yeterli tecrübemiz yoktur. Mesela kendimden örnek vereyim;
İtalya'ya tamamen yalnız gitmem gerekiyordu; uçak biletimi, uçaktan inip de şehir merkezine gideceğim shuttle biletini, Shuttledan inip Milano'dan projenin yapılacağı Tortona'ya trenle yalnız başıma gitmem gerekiyordu ve tüm bunlara hazırlanmak için sadece 4 günüm vardı.
Ya yapamazsam, elime yüzüme bulaştırırsam ve insanlar şuna bak, o kadar heveslendi başaramadı derse diye çok korkuyordum ama içimde bir yerde yapacağımı biliyordum çünkü daha önce yalnız olmasam da Estonya'ya gitmiştim ve çok da farklı olamaz diye düşündüm. Annem bana "kızım bak iyi düşün, yalnız zor olmaz mı dediğinde; "anne beni tanıyorsun, bunu zaten öyle ya da böyle yapacağım, şu anda elime bir fırsat geçmişken neden cesaret edip değerlendirmeyeyim ki?" dedim.
Yani edindiğim tecrübeler kendime güvenmemi ve bunu benden önce gerçekleştiren insanlara hasetle bakmak yerine cesaret edip aynısını gerçekleştirmemi sağladı.

İkinci kıskançlık sebebine gelecek olursak da bence bu kıskançlık değil de imrenme oluyor. Yani "o yaptı, çünkü araştırdı, zamanını-enerjisini verdi, çabaladı ve bu yüzden takdiri hak ediyor, "Eğer bunu daha önce gerçekleştiren 1 kişi bile varsa ben de yapabilirim" diye düşünmek. Ki bence bu muhteşem bir şey ve bizler de bu şekilde gelişebiliriz.

Bir de bana çok saçma gelen bir başka kıskançlık sebebinden bahsedeyim size, bunu özellikle üniversite sınavına hazırlanırken falan çok yaşarız.
Hayalleri, hedefleri bizden tamamen farklı olan, bambaşka yollarda yürüdüğümüz insanların başarılarını kıskanmak.
Yani çocuk üniversite sınavında dilden derece yapar, sınava geçen sene girip mühendislik kazanmış yengesinin kızı onu kıskanır.
Ya neden? 😅😅😅 Senin olayla alakan yok ki değil mi?

Yani arkadaşlar, bir insanı destekleyelim ya da desteklemeyelim, sevelim ya da sevmeyelim... Küçük
-büyük her başarının arkasında bir emek vardır ve emek kıskanılmayı değil, takdiri ve örnek alınmayı hak eder. Düşünsenize her insanın böyle olduğunu, herkes birbirinin başarısını tebrik ediyor, kimse kimsenin ayağını kaydırmaya-yalnızlaştırmaya çalışmıyor. Dünya ne kadar güzel bir yer olur değil mi?

Unutmayın, biz gerçekten istedikten ve çabaladıktan sonra her şeyi yapabiliriz, bir başkasının başarısı bize engel değil, örnek olabilir yalnızca.

Buraya kadar okuduysanız ve tüm bunları konumuza yani üniversiteye nasıl bağlayacağımı merak ediyorsanız birazcık daha okumanız gerekiyor, çünkü daha hikayemi bitirmedim;
 En son kitap yarışmasında kalmıştık ve ben 1. olunca çok mutlu olmuş, yavaş yavaş "okul-ders" dışında da bir şeyler olduğunu, herkesin yaptığından farklı olan bir şeyle ilgilenmenin ve başarıya ulaşmanın çok güzel bir şey olduğunu keşfetmiştim.
Yine aynı sene ben iki arkadaşımın benim hakkımdaki konuşmasına kulak misafiri olup kendime gelmiş ve sayısaldan eşit ağırlığa geçmeye karar vermiştim. (Bu hikayeyi bilenleriniz vardır, daha önce birkaç kez bahsettiğimi hatırlıyorum çünkü, bulabilirsem buraya koyayım o yazının linkini.)
11. sınıfa eşit ağırlık olarak başladım ben ve gerçekten de hayatımda ilk kez derin bir "Ohh" çektiğimi hatırlıyorum.
Eşit ağırlık sınıfında okuyorsanız biliyorsunuzdur. Biraz çeşitli bir ortam vardır o sınıflarda;
-Sayısalda istediği bir bölüm olmadığı için "TM bana daha uygun galiba yaa" diye düşünerek geçenler.
-Bilinçliler. Yani küçüklüğünden beri hep Hukuk,Psikoloji.. isteyenler.
-Sayısalı yapamadığı için geçenler, hedefleri yoksa genelde Tm'yi de çok fazla yapamıyorlar. Ama eğlenceli bir grup oluyor, ben hep sevmişimdir sınıfta arka sırada olan, aslında cevheri olan ama yanlış ebeveynlerle,öğretmenlerle harcanan çocukları.

İşte bizim sınıfta böyleydi.
Biz Tm'ydik. Bu yüzden derslerimiz daha yoruma, sohbete dayalı geçiyordu, bol bol film/belgesel izliyorduk derslerde.
Benim tüm eğitim hayatım boyunca en sevdiğim senem hep 11. sınıf olmuştur. Çünkü ben dinlendim o senede. Kafamı "yapmak zorunda olduğum" şeylerden "yapmayı sevdiğim" şeylere çevirdim.
Sonra da dedim ki kendi kendime "Ben İşletme okuyacağım ama Boğaziçi'nde!" çıkış noktam neydi biliyor musunuz arkadaşlar, "kırtasiye malzemeleri" evet bildiğiniz post itler, kalemler, zarflar, kağıtlar... yani dedim ki " ben galiba ofis ortamını seviyorum" " ben seyahat etmek istiyorum, mesleğim durağan değil, sürekli bir şeyler yapacağım- oradan oraya gideceğim" bir şey olsun. İşletme okuyup yönetici olmaya karar verdim.
Sonra tabi benim bazı öğretmenlerim dedi ki saçmalama işsiz kalacaksın, kendine yazık edeceksin... Ama ben istiyordum en önemlisi de ailem arkamdaydı daha ne olsun.

Hatta kendimle de kalmayıp arkadaşlarımı da gaza getiriyordum;
Bazı arkadaşlarım vardı mesela sayısaldan eşit ağırlığa geçmeye cesaret edemiyorlardı, onlara gidip "ya saçmalama, hayallerini takip et, eğer orada istediğin bir meslek yoksa neden zaman kaybediyorsun ki, hem neden işsiz kalasın? sen başarılı olduktan sonra her şekilde iş bulursun, ailenin seni engellemesine izin verme..." diyordum :)))
Ama bu öyle bir duygu, bilmiyorum sadece ben mi böyle hissediyorum ama blogu açma sebebim de en başta buydu benim. "Başkası bir şey yaptı, o zaman ben de yaparım; ben bir şey yaptım, o zaman başkası da bunu hayli hayli yapar, neden birbirimizi desteklemeyelim ki?"

Eveeet, 11. sınıftan sonra geldim ben 12. sınıfa.
Sonra biliyorsunuz ki yine harika bir değişiklik vurdu bizi... "Temel Liseler".

O zamanı hatırlıyorum var ya, bize dediler ki "artık dershane yok, bakın başınızın çaresine." temel lise diye bir şey geliyor, onun için de 8-9 bin tl para vermeniz lazım.

Ben zaten stresli bir insanımdır, özellikle de geleceğimle ilgili bir durum söz konusuysa gerçekten bin kere düşünür, tüm olasılıkları hesaplar öyle veririm kararımı.
Ama bu temel lise olayı o kadar çirkindi ki arkadaşlar, zaten hepiniz biliyorsunuz dershanecilik tamamen çıkar ilişkisine dayalı bir şeydi. Temel liseye dönüşen dershaneler de bizi tavlamak için neler neler yapıyorlardı..

Hatırlıyorum, bir sabah annem,ablam ve ben çıktık evden. Bindik dolmuşa, Mersin'in şehir merkezinde temel lise tabelası gördüğümüz her yere giriyorduk ama içeri girip "nedir şimdi bu temel lise?" diye soruyoruz onlar da bilmiyor :))

Sonra ben bir tanesinden baya bir indirim kazandım, bir de üstüne devlet teşviği çıktı. Yani oturduk düşündük ailecek hangisi daha mantıklı oluyor diye ben de geçmeye karar verdim temel liseye.
Zaten 12. sınıf, pek çoğunuz biliyorsunuz o stresi. Bana 12. sınıf deyince aklıma gelenler;
- Her pazartesi akşam 8 gibi deneme sınavından çıkıp eve gelmem ve sonuç kötüyse birkaç saat moralim bozuk oturmam ya da ağlamam.
- Annemler gezmeye giderken gönülsüz gönülsüz "yok ya siz gidin ben biraz Geometri çalışayım" demem.
- Düğün, nişan, misafirlik gibi organizasyonlara sınav bahanesi ile katiyen katılmamam.
- Geceleri üniversite hayali kurarak uyuyup sabah çok erken saatte paragraf çözmeye uyanmam.
gibi gibi...

Hayatım yoktu o sene anlayacağınız, pek çoğunuzun şu anda yaptığı gibi sınavdan başka bir şey düşünmüyordum ama asla da kendimi yeterli görmüyordum.

Katlanması gerçekten çok çok çok zor değil mi? ve hepimiz " mecburen " bu süreci yaşıyoruz çünkü okula başladığımız andan itibaren tek öğrendiğimiz " iyi bir meslek sahibi olmalıyım, bol bol para kazanmalı, çevremin hep özendiği bir kişi olmalıyım, en harika eş benim olmalı ve hafta sonları ailecek AVM'ye gittiğimizde aslında hiç ihtiyacımız olmayan şeylere bir sürü para harcamalı ve çok mutlu olduğumuzu düşünmeliyiz."
Aman hepimiz çok zengin olalım, popüler olalım, aslında hiç ilgimizi çekmeyen bir sürü şeyi sırf popüler olduğu için yapalım. Sonra da 70-75 senelik ömrümüzü kendimizi zerre kadar tanımadan, gerçekte kim olduğumuzu öğrenemeden, hep onunla bununla yarışıp-kendimizi kıyaslayarak tamamlayalım ve sonra da bitsin.
Belki çok karamsar gelmiştir ama böyle değil mi? Benim 20 senelik ömrüm boyunca çevremde gözlemlediğim aşağı yukarı böyleydi.

Peki ne yapalım? Benim tüm yazı boyunca yaptığım gibi sınav sisteminden, insanlardan, hayattan, kaderden şikayet etmek işin en kolay kısmı değil mi? Biz zaten sürekli olarak bunu yapıyoruz ama gördüğümüz gibi değişen hiçbir şey olmuyor, hatta sanki gittikçe daha da kötüleşiyor durum.

Şimdi konumuzu üniversiteyle nasıl ilişkilendireceğim biliyor musunuz?
Tüm saydıklarım, çektiğimiz tüm sıkıntılar eğitim hayatımız boyunca yalnızca "üniversite" kazanmaya odaklanmamız ve ondan başka hiçbir şey istememizden kaynaklanıyor.

Benim hangi bölümü istiyorsun? diye sorduğumda " ya önce bir puanı alayım da orasını sonra düşünürüz" diyen arkadaşlarım vardı.
Biz tüm bu süreç boyunca hep en önemli kısmı kaçırıyoruz "kendimizi".  Eğer iyi bir üniversite kazanmaktan önce kendimizi iyi tanımaya, yeteneklerimizi öğrenmeye, tüm bunlar hakkında düşünmeye zaman ayırsak sonrasında zaten emin olun ki geleceğimiz hakkında bu kadar endişe duymayacağız.

Benim anlattıkları tamamen "kendi" yolculuğum, daha doğrusu yolculuğumun başlangıcıydı. yazı boyunca kendimden bahsettim, çünkü kendimden daha iyi tanıdığım, hikayesine bu kadar hakim olduğum bir başkası yok.

Benim geçmişte onlarca mesleği istemiş olmam, sınavlara hazırlanmam, ders çalışmayı ailemle vakit geçirmeye tercih etmem, kitap yarışmasına girmem, tm'ye geçmem, İşletme okumak istemem sonrasında vazgeçip Psikoloji okumaya karar vermem, İstanbul'a gelmem, blog açmam.... yani kısacası yaşadığım iyi ya da kötü her deneyim kendimi biraz daha iyi tanımama, kendi hayatım hakkında düşünmeme yardımcı oluyor, sizinkiler de.

Anlattıklarımdan asla "bu eğitim sistemi berbat, onun kölesi olmayalım, her şeyi bırakalım..." gibi bir mesaj çıkarmanızı istemem. Aksine şimdilik yapmamız gereken şey gelecekte her şeyin çok daha iyi olabilmesi için çalışmak, hayatlarımızı öylesine değil de bir amaç uğruna yaşamak olmalı.
Amaç deyince yalnızca deliler gibi çalışmak, hedefi uğrunda kendini paralamak gelmesin aklınıza; sizin amacınız sakin, huzurlu ve düzenli bir hayat yaşamak da olabilir veya illa ki yapay zeka almış başını gidiyor diye hiç ilginizi çekmezken teknoloji dehası olmanız da gerekmez bence. Yalnızca kendimiz için en doğru şeyi aramaktan, daima bu sürecin içinde olacağımızın farkında olup buna göre davranmamız gerektiğinden söz ediyorum.
Üniversite bir varış noktası değil yalnızca bir başlangıçmış, ben bunu gördüm ve sayesinde yaklaşık 2 sene önce yepyeni, farklılıklarla dolu bir yola çıktım. Çünkü Mersin'den 17-18 yaşlarımda annemle birlikte İstanbul'a gelirken tek hedefim "üniversite" değildi, üniversitenin beraberinde getirdiği fırsatlara, başarılara, başarısızlıklara da açık olmaktı her zaman ve gördüğüm kadarıyla da bunu düşünerek gelenler kazanıyor. Çünkü aksi halde zaten 12 senelik eğitim hayatımız boyunca yaptığımız ...okula git-gel-tv izle-internete gir-yemek ye- uyu...döngüsünden farklı hiçbir tarafı yok.

Yazının şu ana kadarki halini henüz okumadım ama tam olarak benim sohbetlerim gibi olduğunu hissediyorum; konu oradan oraya gitti, daldan dala atladık... Fikirler de biraz uçuştu farkındayım ama umuyorum ki okumayı sevmişsinizdir ve iletmek istediklerimi iletebilmişimdir.

Sadece fikirlerimi önemsediğiniz ya da merak ettiğiniz ve burada olduğunuz için hepinize çok teşekkür ederim.
Sonraki yazılarda görüşmek üzere, Hepinizi çook seviyorum💓

NİSANUR EL

 

 - Bana Ulaşmak İçin-

DİĞER YAZILARIM

Yorumlar

  1. Çok faydalı bir yazı teşekkürler ��

    YanıtlaSil
  2. Bu yazdıklarınız sayesinde gerçekten neler yapmak istediğimi çok dikkatli bir şekilde düşünmem gerektiğini fark ettim. Babam benim yazılım okumamı ( geleceğin mesleği olduğu için ) söylüyor hep. Bense ilgi duyduğum bir meslek seçmek istiyorum ve bana meslekleri araştırmamı ( özellikle yazılımı ) söylemişti. Ben de bundan çok bunaldığım için internette gezinirken tesadüfen bu yazıya denk geldim ( ayrıca özel bir durumum olduğundan tüm yaz boyunca ders çalışmamıştım, arkadaşlarımın ders konusunda aramıza koyduğu mesafeyi kapatmam gerektiğinden yarım saattir ağlıyordum). Sizin yazınız sayesinde oturup sakin bir kafayla nelerden hoşlandığımın ve neleri yapmayı sevdiğimin detaylı bir listesini hazırlayacağım. Sonrasında da hedefimi belirleyerek ve gerekli motivasyonu edindikten sonra düzenli bir şekilde çalışmaya başlayacağım. Ne kadar teşekkür etsem az. Umarım yazdıklarımla sizi sıkmamışımdır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YURTTA KALACAKLAR İÇİN GEREKLİ EŞYALAR

Merhaba :) Sonunda şehir dışında okuyacak bir öğrencinin bilmesi gereken en önemli şeylerden olan "Yurt Valizinde Olması Gerekenler" yazısını yazabiliyorum.🙄 İnstagramdan  beni takip ediyorsanız belki biliyorsunuzdur, geçen hafta evde değildim, bu süreçte baya da uzun bir araba yolculuğu yaptım. Eve geldikten 2 gün sonra da İstanbul'a dönmem gerektiği için çok hızlı şekilde hazırlanmam gerekiyordu ve bu esnada mümkün olduğunca yanıma neler almam gerektiğini not etmeye çalıştım ki sizinle de buradan paylaşabileyim :) Eğer hâla üniversite valizinizi hazırlamadıysanız bu yazının yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Hadi başlayalım o zamann💃 ⏩   Şahsi önerilerimi atlayıp doğrudan alınması gerekenler listesini okumak için yazının en sonuna gidebilirsiniz !  (Ama bence tamamını okuyun, çok güzel öneriler verdim çünkü 😂)⏪   1) KIYAFETLER ! "Tabi ki de yanımıza kıyafetlerimizi almamız lazım, bunu söylemene gerek mi var Nisa?" diyorsunuzdur eminim şu an

PSİKOLOJİ BÖLÜMÜNÜ NASIL KAZANDIM ?

Merhabaa 🙌 Beni instagramdan düzenli takip ediyor ve blogtaki yazılarımı okuyorsanız, geçen seneden beri üniversite sınavı&sınava hazırlık sürecim le ilgili bol bol paylaşım yaptığımı biliyorsunuzdur. Halihazırdaki paylaşımlarıma rağmen İnstagram'dan hala en çok gelen sorular  "Sınava Nasıl Çalıştın ? / Psikolojiyi Nasıl Kazandın ? " soruları. Bu nedenle, şu an da sınava hazırlananlar için bir kez daha sınava hazırlık sürecimle ilgili soruları yanıtlamak ve önemli gördüğüm noktaları ile " İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü "nü nasıl kazandığımı anlatmak istedim. Biliyorsunuz ki bu sene sınav sisteminde değişikliğe gidildi ve sizler ygs&lys formatından daha farklı bir sınav ile üniversiteye yerleşeceksiniz. Ben İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümüne ygs&lys sınavları ile yerleştiğim için bu yazıyı sınav sistemine pek girmeden, daha çok dersler üzerinde durarak yazmaya çalışacağım :) 🔼Bu yazımda diğerlerinden farklı olarak madde mad

PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ MEZUNU NERELERDE ÇALIŞABİLİR ? / NE KADAR PARA KAZANABİLİR ?

Merhaba Herkesee 🙌🙌🙌 Aylardır yazmak istediğim ve sizin de en çok istediğiniz yazılardan birisi olan "Psikoloji mezunları nerelerde çalışabilir ? Ne kadar maaş alır ? " yazısını sonunda yazıyorum.💃 Bu konu çok merak edilen bir konu olmasının yanında maalesef net bilgiye kolay kolay ulaşılabilecek bir konu değil.Bunun sebebi de psikolojinin gerçekten çok geniş ve hemen hemen her alanla bağlantılı bir bilim dalı olması. Bence Psikoloji mezunu birinin nerelerde çalışabileceğinden önce "psikolojinin alt dallarını" şöyle bir hatırlayalım çünkü çalışma alanları doğrudan bununla ilgili. Psikolojinin Alt Dallarından Bazıları ; ➤Klinik Psikoloji ➤Gelişim Psikolojisi ➤Endüstri ve Örgüt Psikolojisi ➤Fizyolojik Psikoloji ➤Deneysel Psikoloji ➤Sosyal Psikoloji ➤Adli Psikoloji ➤Sağlık Psikolojisi ➤Trafik Psikolojisi ➤Spor Psikolojisi ... (Psikolojinin alt dallarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için "PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ HAKKINDA" isimli yazıma bakabilir