Şu anda bu yazıyı, uzun zamandır yaptığımın aksine bilgisayar klavyeme değil de yarım kalmış bir ilkokul defterimin boş kalan birkaç sayfasına yazıyorum. Aynı zamanda, gözlüklerimle sahip olduğum 13 senelik sancılı birlikteliği sonunda noktalamak adına gözlerimden lazer ameliyatı olalı henüz 4 gün olduğu için satırları bile tutturamayacak kadar bulanık görüyorum her yeri...
Ama yine de uzun zamandır hasret kaldığım "mecburiyetten değil de gerçekten içimden geldiği için yazıyor olma" hissini yakalayınca saatin gece yarısı olmasını ve gözlerimin harfleri seçemeyecek kadar bulanık görmesini aldırmadan kağıda kaleme sarıldım ve rahatsız mutfak sandalyesine bir güzel yerleştim.
Yarın 23 yaşına gireceğim.
5 sene önce yurttaki oda arkadaşım 23, ben 18 yaşındayken onunla aramızda geçen bir muhabbette: "uzun süredir düzenli bir ilişkin var, mezun olunca evlenmeyi düşünmüyor musunuz?" diye sorduğumda cevap olarak "ben daha 23 yaşındayım" demesi üzerine içimden "e 23 yaş zaten gayet büyük bir yaş" diye düşünmüştüm. Hatta ne tesadüf ki tam da bu akşam ailemle beraber 23 yaşındaki bir akrabamızın nikahına katıldık. Nikahı kıyan Belediye Başkanı "Ben de Medeni Kanuna dayanarak sizi karı-koca ilan ediyorum." derken ve oturduğum sandalyeden 100 kişilik kalabalığa uyum sağlamak adına güçlü bir şekilde alkışlarken kendimi o platformun üzerinde hayal edip "ama ben daha çok küçüğüm..." diye içimden geçirdim.
23 yaş tüm bunların yanında bambaşka bir anlam da ifade ediyor benim için.
Hala fakülteme gidip de diplomamı alamamış olsam da mezuniyetimin üzerinden neredeyse 1 sene geçti.
Üniversiteye başlarken en çok istediğim- ya da istediğimi sandığım- şeylerden birisi mezun olur olmaz istediğim standartlarda bir iş bularak derhal çalışmaya başlamak ve ailemden maddi anlamda tamamen bağımsız bir birey olarak hayatıma -tıpkı bu zamana kadar yaptığım gibi- hiç "sene kaybetmeden" devam etmekti. Çünkü bize öyle öğretildi ki her şey, "tam" zamanında yaparsan güzel olur. (!)
Aslında mart 2020'ye kadar her şey tam olarak da "olması gerektiği gibiydi." Okulda derslerim iyiydi, üniversite hayatım boyunca dişimden tırnağımdan arttırarak biriktirdiğim ve beni birkaç ay idare edebilecek bir miktar parayı kenara koymuştum. Hatta 1.5 senedir çalıştığım part time işimden ayrılmamın üzerinden çok zaman geçmeden çok daha hızlı şekilde daha fazla para kazanmamı sağlayacak olan "özel ders verme" imkanını bile keşfetmiştim. Hatta birkaç tane de düzenli öğrencim vardı.
Düzenli olarak derslere gitmek, aynı hafta içinde bir Ataşehir'de bir Çekmeköy'de bir Ümraniye'de birbirinden çok farklı ekonomik koşullara ve hikayelere sahip ailelerin evine 60 dakikalığına konuk olup, 60 dakikanın sonunda da trink diye paramı alıp gururlu şekilde, alt katta belki de hayatımda görüp görebileceğim en dengesiz ve aksi 70 yaşındaki ev sahibemizin yaşadığı, yağmur yağınca kenarlarından su sızan ve yarım açılan üçgen pencereli, loş, 2+1 çatı katı dairemin yolunu tutuyordum.
Hepsinden güzeli, benim İstanbul'a gelme yolunda en büyük destekçim olan ve canımdan çok sevdiğim ablam da benimle birlikte yaşamak ve sıfırdan bir hayat kurmak üzere İstanbul'a gelmişti.
Ablamla gün sonunda o ayın kirasını ve faturaları denkleştirmek için 1 liranın bile hesabını yaptığımız, pencereleri yarım açılan evimizde çok bunaldığımız zaman havanın soğuk olmasına aldırış etmeden Kadıköy'de, Üsküdar'da, Beşiktaş'ta... gördüğümüz bir Burger King'e girip o zamanlar 1 Tl olan ama tadını kolay kolay hiçbir pahalı kahvede bulamayacağımız sütlü kahvelerimizi içiyor ve İstanbul gibi büyük bir şehirde ailesinden minimum maddi desteği alarak kendi ayakları üzerinde duran iki kız kardeş olarak kendimizle gurur duyuyor ama böyle bir şehirde ailemizden uzakta ve yapayalnız olmamızdan kaynaklanan endişelerimizi de birbirimize çok hissettirmemeye çalışıyorduk.
Bulduğumuz her fırsatta metroya, otobüse atlayıp İstanbul'un bambaşka yerlerini en ucuz şekilde gezmeye çalışıyor ve bu esnada da sık sık kendimize "şu anda İstabul'dayız" diye hatırlatıp mutluluğumuza mutluluk katıyorduk.
Tüm bunların yanında bir de ablam, İstanbul'a geldikten hemen birkaç gün sonra bekar bir anne olarak ayakları üzerinde duran, kendi küçük pasta atölyesine sahip ve dünya tatlısı, çok güçlü bir o kadar da derin hikayelere sahip olan bir kadının yanında iş bulmuştu ve ablam her akşam bana televizyonsuz, internetsiz çatı katı dairemizde manyak ev sahibimiz sesimizi duyup da canımızı sıkacak bir şeyler söylemesin diye fısır fısır o gün iş yerinde neler yaşadığını hevesle anlatırdı ve ben de merakla dinler, zaman zaman yorum yapardım.
Artık geriye tek bir şey kalmıştı: yaza doğru güzel ve uygun fiyatlı bir ev bulup benim de mezun olmam ve tam zamanlı bir işte çalışmaya başlamamla birlikte yeni evimize taşınmak ve sorunlu ev sahibimizden de kurtulup yepyeni ve musmutlu bir İstanbul sayfası açmak...
Bir taraftan her gün metro, marmaray bazen vapur, tramvay derken birkaç vesait değiştirerek 60 dakikada ancak ulaşabildiğim okulum, diğer taraftan fiziksel olarak beni yorsa dahi para ve deneyim kazanmamı sağladığı için istekle devam ettiğim özel derslerim ve çok yakında başlayacak olan eğitim hayatımın son vizelerinin stresi ile boğuşurken hatta tam da Ataşehir'de 6 yaşındaki kızlarına ders verdiğim zengin ve enteresan ama bir o kadar da kibar ailenin evinden çıkmış, yağmurlu ama çok da soğuk olmayan mart akşamında yanımdaki tanımadığım birkaç kişi ile beraber karanlık durakta otobüs bekliyordum. O esnada aklıma, ders boyunca sessize aldığım ve hatta varlığını dahi unutup sırt çantamın derinliklerine bıraktığım cep telefonum geldi. Telefonu elime alıp da mobil veriyi açmamla birlikte anında whatsapptan gelen onlarca mesaj bildirimini görüp ne olduğunu anlamaya çalıştım.
İçlerinde annem, ablam, en yakın arkadaşımın da olduğu farklı birkaç kişiden gelmiş olan mesajların hepsi tek bir konu hakkındaydı: Türkiye'de görülen ilk koronavirüs vakasından dolayı okulların 2 haftalık bir tatile girecek olması.
İşte telefonu elime alıp da bildirimleri gördüğüm o birkaç dakikalık an; 4 senemi geçirdiğim, kendimle ilgili bambaşka yönlerimi keşfetmemi sağlayan ve beni başka bir insan haline getirdiğini söylesem abartmış olmayacağım "İstanbul" ile ilgili hatırladığım en net anılarımdan birisi...
2 haftalık tatil olacağını öğrenince ilk aklıma gelen şey özel derslerimin saatlerini güncellemem gerektiği ve bu 2 haftanın bir süredir yüzüne bakmadığım okul derslerimin üzerinden geçip de vizelerime hazırlanmak için iyi bir fırsat olacağıydı.
Ama sonrasını, bu 2 haftalık tatilin nasıl 2 senelik bir kısıtlamalar, açılmalar - kapanmalar, yasaklar, vaka sayıları... silsilesine dönüştüğünü, hemen hemen herkesin uzak ya da yakından tanıdığı birilerini kaybettiği ve adeta "ölmemek ve sevdiklerimizin ölümüne neden olmamak" gibi ağır bir sorumluluk yüklenmek zorunda kaldığımız bir pandemiye dönüşebileceğini hiç kimse gibi ben de asla tahmin edemedim.
4 senedir ilmek ilmek dokuduğum, maddi manevi her türlü yatırımı yaptığım "İstanbul'da kendi ayaklarım üzerinde durarak yaşama planlarımın" bir anda suya düşmesi ve senelerce izlediğim Amerikan dizilerinin de etkisiyle "mezun olup da aile evine dönmek bir felakettir, olması gereken mezun olur olmaz güzel ve iyi maaşı olan bir iş bulmak, kendi hayatını kurmak ve aileni senelerdir karşılamaya mecbur bıraktığın maddi yüklerden arındırmak ve daha da önemlisi hem kendine hem de sana kendini her durumda eksik ve yetersiz hissettiren çevrendeki birkaç kişiye kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettirebildiğini göstermek gerekir." düşünceleri bir anda tokat gibi yüzüme çarptı.
Daha, 5 liralık bir çöp kovasını bile alırken 5 kere düşündüğüm, her bir eşyasını tek tek kendi ellerimle yerleştirdiğim İstanbul'daki çatı katı dairemi bile toparlayamamış, 2 haftalık tatilin ardından geri döneceğimi sandığım için yanımda doğru düzgün kıyafet bile getirmemiş ve mezun olduktan sonra hayatıma İstanbul'da devam edeceğimden %100 emin olduğum için anneme en son, "istersen çamaşır odası falan yap, sen bilirsin." dediğim, aile evindeki odama kuyruğumu kıstırıp geri dönmüş, daha ne olduğunu bile tam olarak anlayamadan tüm yaşananların üzerimde kurduğu baskıya dayanamayıp yoğun bir hayal kırıklığı ve üzüntü uçurumundan aşağı itilmiştim...
Yarın 23 yaşıma giriyorum.
Aile evine geri döneli ve tüm bunlar olalı neredeyse 2 sene olacak ve ben henüz, masa başında ağlaya ağlaya ders çalışarak kazandığım ve pandemiden dolayı mezuniyet töreni bile olmayan okulumdan diplomamı alamadım. Yüksek onur öğrencisi olarak mezun olduğumu bile aldığım bir transkrip sayfasının sol alt köşesinde 5-6 puntoyla yazılmış tek cümlelik bir satırdan öğrendim.
23 yaş enteresan bir yaş.
Bugün 23 yaşındaki akrabam evlilik cüzdanını elinde tutarak poz verdi, bazı arkadaşlarım çeşitli yerlerde tam zamanlı çalışmaya başladı, 23 yaşındaki kuzenim şu anda çalıştığı işini bırakıp yeniden üniversite sınavına hazırlanmayı düşünüyor ve annemin benim yaşımdayken 2 tane bebeği vardı.
Ama bu, bir başkasının değil benim 23. yaşım. Evlenen, üniversite sınavına hazırlanan, dünyayı gezen, çocuğu olan... birinin değil, benim.
23 yaş bana ne tam olarak büyük ne de küçük hissettiren bir yaş. Saçımda tek tük beyazlar var ama onlar uzun zamandır varlar, Yeni tanıştığım bazı insanlar bazen beni tam olarak yetişkin gibi görmeyip "sen" diye hitap edebiliyor. Yasal olarak belki her şeyi yapabilirim ama yeşil fasulyenin nasıl yapıldığı ile ilgili hiçbir fikrim yok.
2 sene önce, tam olarak bugün için kurduğum hayallerimin, yaptığım planlarımın pek çoğu şu an geçerli değil.
2 sene önce ihtimal dahi vermeyeceğim bazı düşünceler şu an yapılacaklar listemin en başında duruyor.
Kafamda hala milyonlarca soru işareti var. Bazı konularda eskiye göre çok daha net olsam dahi hala emin olmadığım ve ne yapacağımı bilmediğim onlarca şey var.
23 yaş için tüm bunlar normal mi bilmiyorum ama benim için normal.
Yaşamayı çok sevdiğimi ve etrafına sürekli hayat enerjisi saçan bir insan olduğumu söyleyemem. Hatta ablama sorarsanız en kötü özelliğim olaylara hep negatif ve şüpheci şekilde yaklaşmam. Yaşamaktan iyice bunaldığım zamanlarda derinlerde bir yerlerde kalbini çok kıracağını bilsem de anneme "zaten bir oğlun bir kızın varmış, 3. çocuğa ne gerek vardı da beni yaptınız ki sanki?" bile dediğim oluyor.
Yine de her şeye rağmen ilk defa kendime içten bir şekilde "İYİ Kİ DOĞDUN!" diyorum 23. doğum günümde.
İyi ki doğdum ve inşallah bu zamana kadar yaptığım gibi bundan sonra da içine düştüğüm her mücadeleden "elimden gelenin en iyisini yaptım" diyerek çıkabilirim.
Umarım hepinizin 23. doğum günü çok iyi geçiyordur, geçmiştir ya da geçer. :)
23. doğum günüme katıldığınız için teşekkür ederim...
NOT: En yakın arkadaşım, dostum Zeynep. Yazılarımı okuduğunu biliyorum, bu nedenle buraya sana özel birkaç cümle eklemek istedim. :) Aylar önce Gökhan Hoca'nın final ödevlerinden birini hazırlarken okumak zorunda kaldığımız Suç ve Ceza romanı hakkında telefonda uzun uzun sohbet ederken laf arasında sana Suç ve Ceza'ya bayıldığımı ve bir gün Dostoyevski'nin tüm romanlarını okumak istediğimi söylemiştim. Bu cümlemi unutmayıp bana bu sene doğum günümde Dostoyevski'nin kitaplarından oluşan bir set hediye ettiğin için çok çok çok teşekkür ederim. Benim için anlamı o kadar büyük ki burada ifade etmem imkansız...
Seni çok seviyorum. Umarım senin de yaklaşık olarak 1 ay önce başlayan 23. yaş serüvenin muhteşem geçer ve karşına çıkan her insan en az senin kadar muhteşem olur...
" Herkesin , gidebileceği bir yeri olmalı . Çünkü öyle bir an olur ki , insanın mutlaka bir yere gitmesi gerekir. " / SUÇ ve CEZA
NİSANUR EL
-Diğer Yazılarım-
- VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMİ: ZİHİN HARİTASI
- VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMİ: SQ3R TEKNİĞİ
- ÖZ DİSİPLİN KAZANMANIN 4 YOLU
- DERS ÇALIŞMA PROGRAMI NASIL HAZIRLANIR?
- İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNDE PSİKOLOJİ OKUMANIN OLUMLU&OLUMSUZ YÖNLERİ
- BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİNDE PSİKOLOJİ OKUMANIN OLUMLU&OLUMSUZ YÖNLERİ
- BİLGİ ÜNİVERSİTESİNDE PSİKOLOJİ OKUMANIN OLUMLU&OLUMSUZ YÖNLERİ
- PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ İLE İLGİLİ BİLİNMEYEN GERÇEKLER
- PSİKOLOJİ 1.SINIF ÖNERİLERİ / ÜNİVERSİTEDE İLK SENEM NASILDI?
- PSİKOLOJİ'DEKİ 2.SENEM NASILDI? | BU SENE NELER YAPTIM?- NELER ÖĞRENDİM?
- PSIKOLOJI ÖĞRENCILERINE KAYNAK ÖNERILERI (İÜ PSIKOLOJI / 2.SINIFTA KULLANDIĞIMIZ KITAPLAR)
- NASIL PSİKOLOJİ / TIP / MÜHENDİSLİK KAZANDIK ? ZORLUKLARI AVANTAJA ÇEVİRMEK !
- PSİKOLOJİYE İLGİSİ OLANLARIN İZLEMESİ GEREKEN FİLMLER !
- PSİKOLOJİ BÖLÜMÜNÜ NASIL KAZANDIM ?
Yorumlar
Yorum Gönder